7 Aralık 2016 Çarşamba

Oynatmaya Az Kaldı, Doktorum Nerde?

42. aydayız ve işler hiç de düşündüğüm gibi gitmiyor! Arya büyüdükçe her şey daha da zorlaşıyor!

Gecenin birinde bu satırları yazıyorum çünkü sinirden uykum kaçtı. Arya 3 gecedir yatağını ıslatıyor. Bezini ilk çıkardığımızda bile bu kadar yapmamıştı. Gece tuvalete gitmektense altına yapıp sonra da bizim odaya geliyor. "Anne, ıslandı pijamam, değiştirir misin?" gayet aklı başında ve ne yaptığının farkında! Bu gece tak dedi artık, epeyce sinirlendim, kızdım. Küçük hanım işin kolayını da öğrendi, ben kızınca hemen "Git burdan, babamı istiyorum" diyor. Şu an bizim yatağımızda mışıl mışıl uyuyor.

Mevzu sadece yatağı ıslatma mevzusu değil maalesef. Son günlerde Arya ile sürekli inatlaşıyoruz. Her şeye karşı çıkıyor, yapılması gereken şey dışında her şeyi yapmak istiyor. Sabah kreşe gitmicem, parka gitcem diye ağlıyor; haftasonu canı sıkılıyor, kreşe gitmek istiyor; akşam saat 7'de uyumak istiyor, sonra gece uyanıp oyun oynamak istiyor! Kreşten gelince sulu boya yapmak istiyor ama illa benim de yapmamı istiyor. Ya da doktorculuk oynamak istiyor, ama hemen o anda oynamak istiyor. 2 dk bekle şunu halledeyim desem kıyamet kopuyor. Her şeyi durmadan ağlayıp mızıldanarak istiyor! Her ağladığında her istediğini yapmamak için çoğu zaman görmezden duymazdan geliyorum. Sakinleşince ağlayarak istediği hiçbir şeyi elde edemeyeceğini anlatıyorum ama artık çok yoruldum. Cidden delirmeme ramak kaldı.

Arya bebekken her şey daha basit, daha kolaydı. Bu kadar peşinden koşmak zorunda kalmıyor, bu kadar inatlaşmıyorduk. Büyüdükçe işler karmaşıklaştı. Küçükken ve bilinci bu kadar gelişmemişken kararları biz veriyor, işleri istediğimiz gibi hallediyorduk ama şimdi işler değişti. Arya'nın kendi kişiliği, kendi fikirleri, kendi istekleri var. Ama mantığı yok! En azından isteklerinin uygulanabilirliği yok.

Peki iyi olan şeyler hiç yok mu? Var tabi ki! İyi bir gündeyse Arya kendi kendine çok güzel oyunlar kuruyor. Bu ara en favori oyunu doktorculuk. Kulağımıza kaçan karıncalar, kirpiler, filler, Tom ve Jerryler epey güldürüyor bizi.

Kendi kendine oynaması dışında, diğer çocuklarla oynamayı da iyice öğrendi Arya. Önceleri başka çocuklarla bir arada bile olsa ayrı ayrı oynuyorlardı, artık birlikte oynayabiliyorlar. Bu sayede biz de kısa süreli de olsa normal insanlar gibi sohbet edebiliyoruz. Arya'nın bu ara en sevdiği şeyler fotoğraf çekmek, resim yapmak ve masal anlatmak. Bizden öğrendiği masalları bize geri anlatıyor ama çok komik :)

Genel olarak Arya ile anlaştığımız anlar, anlaşamadığımız anlardan daha az ve bu durum beni çok zorluyor. Çoğu zaman sabrım tükeniyor ve Arya inadından ağlarken ben "Ağla ama uzakta ağla" diyerek kendimi başka odaya atıyorum. Sabrım taşmadığı zamanlarda ise Arya'ya sarılarak sakinleşene kadar bekliyor ve durumun sebebini anlamaya çalışıyorum. Arya derdini anlatabilirse çözüm bulmaya, onunla bir şekilde anlaşmaya çalışıyorum ama çoğu zaman sırf inadından mızmızlandığı için bu pek mümkün olmuyor.

Bakalım ne zamana kadar böyle devam edeceğiz. Umarım yakın gelecekte Arya anlamsız inadından vazgeçmeyi öğrenir de yeniden normal bir hayata döneriz.

8 Eylül 2016 Perşembe

Oyuncu Anne ve Çocuklu Hayattan Zevk Alma Çabalarım

Açıkça itiraf ediyorum ki anneliğin bana göre olmadığını -hatta herkes için geçerli olmak üzere bebek sahibi olmanın hiç akıl kârı olmadığını - düşündüğüm anlar oluyor sık sık.

Arya doğduğundan beri eskiye nazaran daha sabırlı biri oldum ama hâlâ çileden çıktığım, gözümün döndüğü, arkama bakmadan kaçıp gitmek istediğim anlar oluyor. Böyle anlarda kendi kendime sorular sorarak sakinleşmeye çalışıyorum.

Bir gün Arya biberondaki ayranı koltuğa dökmüş, bir de sıvamış; tüm oda ekşi ekşi yoğurt kokuyor; başka bir gün nasıl olduysa bir ruj bulmuş, sağı solu her yeri boyamış; aradan çok geçmiyor ellerini yıkarken tüm banyoyu ıslatmış, evi sanki su basmış! Sakın "E bunlar olurken sen neredeydin?" demeyin! Tuvalete de gitmeyeyim, su içmeyeyim, mutfakta yemek hazırlamayayım mı? Böyle anlarda ilk önce vücuduma dalga dalga sıcaklık yayılıyor, aklımdan Arya'yı parçalamak geçiyor ("Aaa ne kadar ayıp/yanlış, çocuk o ne bilsin?" di mi? Bi daha ki sefere sizin eve gelip duvarları, halıları, koltukları sanat eserine çevirince, kedinin/kuşun suyunu/mamasını etrafa dökünce, bu hissiyatımı bi daha konuşalım). Sakinleşmeyi başardığımda kendime soruyorum: "Kızsam ne olacak, bağırsam ne olacak?" Olan olmuş, Arya kızdığımı anlayınca "Anne bi daha yapmıcam, beni affet" diye bacaklarıma sarılıp ağlayacak ama yarın yine yapacak çünkü o bir çocuk!

Evin içinde olmaması gereken bir durum olunca önce Arya'yı o ortamdan çıkarıyorum ve kendi odasına koyuyorum. Yaptığı şeyin yanlış olduğunu şimdi temizlemek için benim uğraşmak zorunda olduğumu, yaptığı şeyin eşyalara zarar verdiğini, bu durumun beni çok üzdüğünü ve kızdırdığını anlatıyorum. Sonra da yaptıklarını toplamaya, temizlemeye çalışıyorum; bu aşamada o da bana yardım etmeye çalışıyor. Bazen de sinirden kısaca "Gözüm görmesin seni yaramaz, çabuk kaybol ortalıktan ben sakinleşene kadar!" diyorum Arya'ya.

Tüm bunlar neden oluyor peki? Çünkü çocuğun içinde bitmek bilmeyen bir enerji var. Çünkü tüm gün evin içinde, çünkü oynayacak güvenli alan ve yaşıtları yok. Çünkü o da bir insan ve boş kalınca canı sıkılıyor.

Durumun nedenlerini ve sonuçlarını tespit edince geriye çözüm bulmak kalıyor. Çözüm basit: Çocuğun oyun oynayıp eğlenmesini, enerjisini harcamasını sağla, sıkılmasına fırsat verme. Söylemesi kolay da yapması biraz zor. Bir kere evimiz her daim düzenli olsun mantığından kurtulmak gerekiyor. Sonra yaratıcı olmak lazım, sabırlı olmak lazım, vakit ayırmak lazım.

İşte bu noktada kendimize Şermin Çarkacı, Nam-ı diğer Oyuncu Anne'yi örnek almak işimizi kolaylaştırabilir. Oyuncu Anne kitabında bir sürü oyun ve etkinlik fikri sunuyor ailelere. Kimini bir paket bulgurla, kimini mavi bir çarşafla yapmak mümkün. Yani öyle büyük bütçeler, büyük emekler gerekmiyor. Misal biz bugün balkonda önce sulu boya yaptık, sonra şeftaliden kirpi yapıp piknikteymişiz gibi rol yaparak yedik. Sonra bir kutu kürdan defalarca yere döküp tekrar kutusuna doldurduk. Sonra Arya tekrar sulu boya yapmak istedi ve kendini boyayıp "Ben dinozor oldum! Kızgın dinozor! Hırrrrr!!!" diye beni korkutmaya çalıştı :D





Tabi bu kadarla kaldık mı? Hayır maalesef. 3-4 saat böyle oynadıktan sonra bu sefer de oyuncak dinozorlarla ormanda keşfe çıktık. Sonra dinozorlar dağlara tırmandı (koltuğun tepesi), denize girdi (mavi koltuk yastıklarının üstü), yorulup uyudular (sadece 2dk), acıkınca yemek için et aradılar, bulamayınca Arya'yı yedi benim dinozorlar, Arya'nın dinozoru süt içti sadece :D

Arya boya yaparken kağıdı boyamak yerine, yeri göğü, örtüyü, minderi ve son olarak kendini boyamayı tercih ettiği için sinirlenip bağırıp çağırabilirdim ya da o bir süre mutlu mesut sağı solu boyarken ben de kendi işime bakabilirdim. Ben bugün 2. seçeneği tercih ettim :) Dinozorlarla oynamak yerine, tv.yi açıp dinozorlu/canavarlı/bilumum hayvanlı bir çizgi film bulup, "Hadi canım, bunu izle" diyebilirdim ama sonra "Bizim kızın hiç hayal gücü yok" diye de hayıflanabilirdim.

Her gün aynı motivasyonla, aynı sabır ve ilgiyle böyle oyunlar oynayamıyorum. Çünkü anne de olsam, ben de insanım ve benim de bir eşref bir de eşek saatim var. İşim başımdan aşkınken, hastayken, gerçekten çok çok keyifsizken ya da saatlerce oyun oynadıktan sonra Arya hâlâ huysuzluk yapınca annelikten istifa etmek istiyorum. Öyle anlarda işi Evrim'e devredilen yatak odasına kaçıyorum ve kendimi yastık yorgan arasına gömüyorum. Bazen müzik dinliyorum, içerden gelen sesleri duymamak için, bazen kulağımı tıkayıp uyuyorum, bazen de onları evden atıyorum. Baba-kız parka gidiyorlar, ben de alıyorum elime kitabı/dergiyi ve bir fincan kahveyi kafamı dinliyorum. Bence her kadının annelikten bunalma hakkı var ve öyle anlarda can simidi olacak birinin olması şart. Artık baba olur, anneanne olur, babaanne-dede olur; hiç fark etmez yeter ki biri olsun. Hiçbiri yoksa üzülmeyin, kreşler var, parklar var. İster tam gün, ister yarım gün kreşe gitsin, yaşıtları ile oynasın, sosyalleşmek, yeni şeyler öğrensin. Ya da alın kitabınızı birlikte parka gidin, o sağlansın, kaydıraktan kaysın; siz de 3-5 sayfa kitap okuyun ya da örgü örün. Ana yanınıza mutlaka su, yiyecek ve sevdiği birkaç oyuncak alın. Biz parka giderken oyuncak hayvanlarımızı ve bir de küçük top götürüyoruz ki diğer çocuklarda görüp isteyince kriz yaşamayalım.

Kısacası çocuğunuz kendi kendine oynamayı, eğlenmeyi, vakit geçirmeyi öğrenene dek siz de sabırlı olmayı ve ona ayak uydurmayı öğrenin ki hayat çekilmez olmasın. Ben bu yolda hâlâ acemiyim. Her yeni günde Arya ile oyun oynarken daha anlayışlı olmak için ve en azından onun mutluluğunu paylaşmak için daha fazla çabalıyorum. Umarım birlikte eğlenerek büyürüz :)

Edit: Kendini boyayıp dinozor olmuş Arya'ya hiç kızmadım;, oyuncak dinozorlarımız da yıkanmak istiyordu, şu an hepsi Arya ile yıkanıyorlar banyoda :D






27 Ağustos 2016 Cumartesi

Başlamadan Kabusa Dönen Uçak Yolculuğumuz

1 ay önce biletlerimizi aldık, herşeyimizi 12 Ağustos'ta Artvin Hopa'ya gitmek üzere planladık. Evimizi kiraya verdik, eşyalarımızı topladık, nakliye firması ile anlaştık. Sonra o saçma sapan darbe girişimi oldu. Kamu personellerinin izinleri iptal edildi, ülke dışına, hatta şehir dışına çıkışlar durduruldu.

Bir süre sonra yasaklar kaldırıldı. İzinler ile ilgili herşey normale döndü denildi. Ben yine de uçuştan bir gün önce THY çağrı merkezini arayarak öğretmen olduğumu ve ertesi gün Batum üzerinden Hopa'ya gideceğimizi, son olaylar sebebiyle havaalanında herhangi bir sorun olup olmayacağını sordum. Müşteri Temsilcisi de "Yok bir problem olmaz, 3 saat önce hava alanında olmanız yeterli." dedi. Biz de ailecek uçuş saatinden 3 saat önce saat 13.30'da havaalanına gittik. Önce ne için olduğunu bile anlamadığımız bir kuyruğa girdik, ordan başka bir yere gönderildik, yine sıra bekledik, sonra kamu personeli olduğum için uçağa binemeyeceğim söylendi. Elimde Artvin'e atandığımı belirten Bakanlık yazısı olduğu halde uçağa bindirilmedik. O ana kadar çocukla ordan oraya sürüklendiğimiz için zaten gerilmiştik ve bizi uçağa göndermeyen memurun tavrı son damla oldu. Orda bir tartışma yaşadık. Sonuçta uçağa binemedik, valizlerimizi geri almak için saatlerce bekledik. Sakinleştiğimizde Artvin'e gitmenin başka yollarını aramaya başladık.



Artvin'e en yakın hava alanı olan iller Trabzon ve Erzurum. Gideceğimiz yerden otobüsle yola devam edeceğimiz için otobüs saatlerine en uygun bileti alarak Erzurum'a gitmeye karar verdik. Valizlerimizi alıp ne yapacağımıza karar verdiğimizde saat 19.00'du. Erzurum uçağı ise sabah 05:50'de hareket ediyor. Mecburen valizleri emanete bırakıp Bakırköy'e geçtik, yemek yiyip dinlenebileceğimiz bir yere oturduk ve gece 1'e kadar orda vakit geçirdik. Daha sonra taksi ile havaalanına gittik. Arya takside uyuyakaldı, havaalanına geldiğimizde Arya'yı arabasına yatırdık. Evrim havaalanı koltuklarında uyuyakaldı ve ben de yorgunluktan bayılmamak için sınırlarımı epey zorladım.



Sonunda Erzurum uçağına bindik, Erzurum'dan otobüsle Hopa'ya geçtik. Havaalanına gitmek için evden çıktığımız andan itibaren toplamda 30 saat süren yolculuk sonunda Hopa'ya vardık. Öğretmen evinde ayırttığımız odaya girdiğimizde herşeye rağmen şükrettim.

Tüm bu zorlukları yaşamayabilirdik. Çağrı merkezini aradığımda havaalanında bir sorun yaşayabileceğim söylenseydi gerekli önlemleri alırdık. Ya bileti değiştirir ya da çıkışımızı sağlayacak belgeleri temin ederdim. Yaşadığımız sıkıntı sadece işini düzgün yapmayan, kraldan çok kralcılık yapan çalışanların suçu. THY müşteri temsilcisi ile yaptığım görüşmenin ses kaydı var, THY'yi arayarak şikayet kaydı oluşturdum. Yanan biletler için iade yapılmayacağını bildiren bir cevap maili aldım. İtiraz ettim, yine aynı cevap geldi. Sonunda Tüketici Hakları Hakem Heyetine başvurdum. En azından insani bir şekilde telefon ile arayıp ücret iadesi yapamayacaklarını ama yaşadığımız sıkıntı için üzgün olduklarını belirtselerdi. Bunun yerine copy paste bir e-maik yollayarak konuyu kapatmaya çalışmaları hiç etik olmadı bence.

Sonuç olarak zor da olsa önümüzdeki 2-3 yıl yaşayacağımız yere gelip yerleştik. Hatta bugün tam 2. haftamız bitti. Ev bulma sürecimiz de başka bir macera. Ev maceramızı ve yeni çevremizi tanıma çabalarımızı bir daha ki yazıya bırakıyorum. Şimdilik alışmaya çalışmaya devam :)

Bonus Foto




29 Temmuz 2016 Cuma

Çocuklu Bir Ailenin Henüz Tutulmamış(?!) Bir Eve Taşınma Hazırlıkları

Artvin'e gidiş tarihimiz net olarak belli artık! 12 Ağustos'ta Artvin'e uçuyoruz ailecek!

Normal koşullarda taşınmak için önce taşınılacak evin bulunması gerekli ama bizde her şey tersinden işliyor maalesef. Biz ilk olarak kendi evimizi kiraya verdik, eşyalarımızı paketlemeye başladık, Ağustos'ta gitmek için biletlerimizi aldık, nakliye firması ile anlaştık. "Eee ev tuttunuz mu?" dediğinizi duyar gibiyim. Hayır, henüz ev tutamadık. İnternetten bakıp beğendiğimiz evlerin lokasyonları bize uymadı, lokasyon olarak uyan evleri biz beğenmedik. Sonunda gidip kendi gözümüzle görmeden ev tutamayacağımızı anladık. Allah büyük, gidince elbet bize uygun bir ev buluruz diye avunuyoruz şu an.

Çoluklu çocuklu bir ailenin taşınma süreci gerçekten zor. Eşyalar ayrılıyor, paketleniyor ama bir yandan kullanılmaya devam edilen eşyalar ortalığa saçılıyor; paketlenen eşya kolileri evi işgal ederken tuttuğum  her şey elimde kalıyor. Hiç bitmeyecekmiş gibi uzayan bir yapılacaklar listesi bizi bekliyor. Tüm bunların içinde akıl sağlığımı nasıl koruduğuma gelirsek zihnimi olmayan yeni evimizi dekore etmeye kanalize ettim :P Ufak çapta yenileme-değiştirme denemeleri yapıyorum. Döşemelik kumaş alıp koltuk minderlerini ve mini yastıkları değiştirerek mevcut mobilyalarımızı yeni, renkli, daha canlı bir konsepte uygun hale getirmeye çalışıyorum. İç dizayn fotoğraflarına bakarak hem vakit geçiriyorum hem de henüz tutamadığımız evimiz (?!) için dekorasyon fikirleri oluşturuyorum.



Artvin'de atandığım okul zorunlu hizmet bölgesinde değil, bu yüzden o okulda en fazla 3 sene kalabilirim. 3 yılın sonunda şark hizmeti yapmak zorundayım ki bu da zorunlu hizmet bölgesinde olan bir okula atanacağım anlamına geliyor. Yani Artvin'de oturacağımız ev nihai durağımız olmayacağı için yeni eşya almak pek de mantıklı olmayacak. Ama 4 yıldır oturduğumuz evin salon, mutfak ve banyosunda kullanılmış olan "kırmızı-siyah-beyaz" üçlüsünden çok sıkıldığım için bir daha bu renkleri bir arada görmeyi istemiyorum. İşte bu yüzden değiştirilebilir tüm detayları değiştirerek farklı bir ortam yaratmaya çalışıyorum. Şu an önümdeki en büyük engel oturacağımız evi tutmamış olmamız tabi ki.

Tüm bu taşınma telaşının içinde çocuk nerde diyorsanız hemen söyleyeyim: Kreşte! Arya'nın bitmeyen enerjisine yetişecek enerjim yok bu günlerde maalesef :( Öyle bir enerji ki maşallah tüm gün kreşte oyun oynuyor, hoplayıp koşuşturuyor ama eve gelince de hiç yorgunluk yok, aynen devam ediyor! Eve geldiğinde yaptığı ilk iş tüm oyuncaklarını etrafa saçmak, sonra da dayısıyla koşmaca ya da saklambaç oynamak, beni ikna edip top ya da arabalarla oynamak... Sonunda enerjisi bitince de "Anne, benim uykum geldi, kitap okur musun?". Her gece aynı kitabı okumaktan bıktııııııım ama yapacak bir şey yok, çünkü Arya Hanım hep "tavşancık oku" diye tutturuyor :( Herşeye rağmen tabi ki anne-kız rutin aktivitelerimizi es geçmiyoruz. Ben iş yaparken Arya bana yardım ediyor, işler bitince birlikte oturup çocuk dergilerini okuyoruz, içinden çıkan oyuncaklarla oynuyor, birlikte sticker yapıştırıyoruz :)



Arya'nın bitmeyen enerjisine yetişemediğim zamanlarda topu babasına, dedesine, babaannesine atıp kaçıyorum. Tavsiye ederim çok süper bir yöntem :D Tabi bazen işe yaramıyor, ihale yine bana kalıyor ama olsun denemeye değer :D

Şimdilik bizim cephede durumlar böyle, inşallah bir dahaki yazıya ev tutmuş ve taşınmış oluruz :)



14 Temmuz 2016 Perşembe

3 Yaşın Getirdikleri

Her yaşın zorluğu güzelliği ayrı, 3 yaşın da güzellikleri olduğu gibi zorlukları da var maalesef.

Arya artık her istediğini anlatabilecek hatta masallar anlatıp, oyunlar kurabilecek kadar konuşabiliyor. Her isteğini net bir şekilde ifade edebiliyor: "Ben babayla uyucam!", "Parka gitmek istiyoyum!" ya da "Valizi ben taşıycam" gibi :) İşin rengi istekleri gerçekleştirilmediğinde değişiyor tabi. "Sana kızdım", "Size küstüm", "Senle konuşmıcam!" cevaplarından birini seç beğen al. Eğer bunlar işe yaramazsa bu kez başlıyor feryat figan ağlayıp bağırmaya. O anlarda ne desem boş çünkü durup dinlemiyor. Ben de durup yorulmasını ve sakinleşmesini bekliyorum. Bir süre sonra siniri geçiyor ve yavaş yavaş ağlayarak bana sarılıyor. O zaman istediği şeyin o anda neden yapılamayacağını anlatıyorum. Bazen ikna oluyor bazen yine de istemeye devam ediyor. Baktım geçmiyor ve inatlaşıyoruz, başka şeyler önerip dikkatini dağıtmaya çalışıyorum. Misal "Hadi sana salatalık -(Arya salatalığa aşık olduğu için, bizim evin baş tacı salatalık:)vereyim, sonra da lego oynarız, olur mu?" diyorum; iyi bir gündeysek "Salatalık mı? Tamam" diyor. Böyle yuvarlanıp gidiyoruz. 


Arya ile anlaşamadığımız konuların biri dışarıda elimizi tutarak yürümek istememesi. Sürekli "Ben kendim yürücem!" diyerek elimizi bırakıp tek başına yürümeye çalışıyor. Sadece caddeden geçerken kendi isteği ile elimizi tutuyor, kaldırımda giderken hayatta tutmuyor elimizi. Israr edince de yine feryat figan tepinmeler... Bazen de hiç yürümek istemiyor, "Kucağına/Sırtına aaaaaalllll!" diye mızıklıyor. Böyle anlarda göz hizasına eğilip "Arya elimi tutup yürümezsen eve dönmek zorunda kalacağız. Lütfen sakince elimi tutar mısın?" diyorum ama her zaman işe yaramıyor, yarasa da 5-10 dk sonra yine başa dönüyoruz. Bebek arabası kullanmayı çoktan bıraktık çünkü Türkiye'deki kaldırımlar bebek arabalarına uygun değil, uygun olan rampalı kaldırımlarda da rampaların önünde arabalar park etmiş oluyor genelde. Toplu taşımaya bebek arabası ile binmeye çalışmaktan bahsetmek bile istemiyorum. Sonuç olarak Arya ile dışarı çıktığımızda mümkün oldukça yürütmeye çalışıyoruz ama olmadığı yerde Evrim, Arya'yı sırtına alıyor, bir süre sonra Arya sakinleşince Evrim "Ben yoruldum babacım, biraz yürür müsün?" diyerek Arya'nın tekrar yürümesini sağlıyor. 


Arya'yı dışarıda zapt etmek ne kadar zorsa evde idare etmek de o kadar emek istiyor. Öyle bir enerji var ki çocukta yerinde duramıyor. Koltuk minderlerinden köprüler, çadırlar, mini evler yapıyor, oyuncak paraları çantasına doldurup mahsusçuktan parka gidip geliyor, legoları ile roket(?!) yapıyor. Hepsinden sıkılınca bize sarmaya başlıyor, üzerimize atlıyor, göbeğimizde zıplamaya çalışıyor, tepemize tırmanıyor :D Uzun zamandır benim ihmalkarlığım yüzünden televizyona alıştığı için çoğu zaman "Televizyon izlicem!" diye tutturuyor. Ama bu sorunu çözmek için gerekli adımları kademeli olarak atıyoruz. Bir süredir Arya fark etmeden fişini çekmek sureti ile TV'nin bozuk olduğunu söylüyorduk Arya'ya. Başlarda çok ağladı ama şimdilerde alıştı. Dün de bir anlaşma yaptık Arya ile, Arya kreşten gelince birlikte oyun oynayıp yemek yiyoruz sonra babası TV'yi tamir ediyor. Arya'nın 1 saat TV izleme hakkı var. Saati dolunca TV'yi kapatıyor, beraber masal okuyoruz, sonra sütünü içip babası ile uyuyor Arya Hanım :) Çocuklara TV izletme konusunda çok katı olmadığımdan daha önceki yazılarımda bahsetmiştim ama tabi ki her şeyin fazlası zararlı. Araştırmalara göre 3-7 yaş arasında TV ya da tablet için verilen süre günlük 30dk - 1sa. Biz de Arya ile yaptığımız anlaşma ile bu süreye uymayı hedefliyoruz. Şimdilik işler yolunda, aman maşallah diyelim :)

Oktay da gözünü ayırmadan çizgi film izliyor :D

Arya babasının hakkından gelmiş :P

Az önce mucizevi bir an yaşandı! Arya'ya seslenip "Annecim, TV'yi kapat artık, vaktin doldu." dedim ve Arya "O zaman kapatıyorum" diyerek, TV'yi sakince kapattı; babasına "Anne bana masal okucak, sonra uyuyalım." diyerek sakin sakin yatağına gitti! İşte bu mucize değil de ne? Daha ne olsun :) Bu da gösteriyor ki "Çocuk o, ne anlar" dememek lazım, her şeyi tane tane basitçe anlatıp uyum sağlaması için fırsat vermek lazım. Buraya da temsili bir uyuyan, masum Arya fotosu koyarak bu yazıyı bitirip sessizliğin tadını çıkarayım bari :)



13 Temmuz 2016 Çarşamba

Bir "Çocuklu Tatil" Yazısı da Benden Gelsin O Zaman

Son 10 yıl içinde yaptığım tatillere şöyle bir göz atacak olursak unutulmaz birkaç tatilim var: 
İlk Fethiye tatilim, Evrim'le öğrenciyken yaptığımız Antalya tatili, balayı tatilimiz ve bu yıl yaptığımız çocuklu Fethiye tatili :)

Her biri birbirinden güzeldi :) 

Bu yıl benim öğretmenlik serüvenim yüzünden tüm yazı İstanbul'a çakılmış halde geçireceğimiz için çok üzülürken, bayram öncesi Şehnaz ve Oktay bizi Fethiye'ye davet edince Evrim'i zor da olsa ikna ederek 4 günlük ufak ama dopdolu bir tatil yapmayı başardık. Evrim "ultra herşey dahil tatil köyü" aşıklısı olunca onu ikna etmek biraz zor oldu ama benden kurtulamayacağını anlaması uzun sürmedi :D Uygun uçak bileti de bulunca kendimizi Fethiye'de buluverdik :)

Oktay'ın ailesi Fethiye'de yaşıyor, tatilde onlara misafir olduk. Daha önce hepimiz öğrenciyken Oktay, Şehnaz ve ben Fethiye'de birlikte tatil yapmıştık. Bu tatilimizde yanımızda Arya da olmasına rağmen hiçbir şeyden geri kalmayarak yine dopdolu bir tatil yaptık. Deniz, kum, güneş, tekne turu, mangal, macera... Hepsini 4 güne sığdırdık :)

İlk gün Saklıkent Kanyonu'na gittik ki çocukla gitmek gerçekten zor ve cesaret istiyor. Aslında giderken pek fark etmedim ama dönüşte kanyondan çıkana kadar ufak çaplı bir panik atak geçirdim. Kanyondan çıkınca suların içine kurulmuş platformlardan oluşan hamaklı bahçeli bir restoranda balık yedik ve eve dönüş yolunda denize girip yorgunluğumuzu attık. Akşam biricik kocam Evrim fedakarlık yaparak Arya ile evde kaldı, biz (Şehnaz, Oktay, Gamze, Ozan, ben) merkeze inip biraz gezindik. 



2. günümüzde Ölü Deniz'e gittik ki gerçekten yaprak kıpırdamayan denizi ve cehennem sıcağı ile adını tastamam hak ediyor. Deniz çok güzel, tertemiz ama hava o kadar bunaltıcı ki insan ne yapacağını şaşırıyor. Ama bizi sıcaktan daha çok zorlayan şey Arya'nın sudan çıkıp eve gitmemek için sinir krizi geçirip uzunca süre ağlayıp tepinmesi oldu maalesef :( Arya sinirle ağlamaktan babasının omzunda uyuyakaldı ve biz o uyurken Ölü Deniz'den ayrılıp sahilde canlı müziği ve şahane yemekleri olan bir mekana gittik. Yemeklerimiz bitene kadar Arya uyudu ama bir anda Şeytan dürtmüş gibi çılgınca tekmeler ve ağlama krizi eşliğinde uyandı. Ölü Deniz'de kaldığı yerden "Eve gitmicem, denize gircem" diye ağlamaya devam ediyordu. Böyle anlarda benim beynim kapanıyor, elim ayağım kilitleniyor, ne yapacağımı bilmez hale geliyorum. Tüm vücudumu bir ateş sarıyor sanki. Bu arada kulaklarımdan çıkan dumanları da unutmamak lazım tabi :P İşte tam  bu dakikada imdadımıza Evrim yetişti; Arya'yı alıp sahile indirdi ve konuşarak onu sakinleştirdi. Arya'ya "Deniz baba tüm gün seni, bizi, başka aileleri üzerinde yüzdürdü, çok yoruldu, şimdi akşam olduğu için dinlenecek. Yarın yine denize girebiliriz." diyerek denizde kimsenin olmadığını ve denizin uyuduğunu anlatmış. Arya babasıyla sakin sakin geldi yanımıza ama bana karşı tüm gece düşman gibi davrandı. Yabancıların kucağına gitti, bana gelmedi o derece :( Uykusu açılıp karnı doyunca kendini pistte attı Arya Hanım :D Tüm gece kıvıra kıvıra dans etti :D Tabi gece pert, sabah zor uyandı.




3. gün tekne turuna gittik. Bir ara biz gitmeyelim tüm gün çocukla teknede ne yapacağız diye düşündüm ama yine de şansımızı denemeye karar verdik. Bu noktada koylarda yüzdüğümüz zaman dışında, tekne denizde yol alırken Arya'yı gitmeden önce tablete yüklediğim çizgi filmler ile oyaladığım gerçeğini saklamayacağım. Evet çocuğun önüne bir tablet koyup hipnotize etmek pek de doğru değil ama bazen kendi akıl sağlığımı korumak için yapılacak en son şeyi en önce yapmam gerekebiliyor. Sonuç olarak tekne turunu kazasız belasız atlattık, hatta yüzmekten yorulan Arya dönüş yolunu uykuda geçirdi :)


Tekne turu yaptığımız günün akşamında bana Beşiktaş Balık Çarşısını andıran bir yere gittik ve harika deniz ürünleri yedik. Burda da yine Pepee sayesinde rahat bir yemek yedik. Pepee'yi ailecek seviyoruz :D


Tatilimizin son günü olan 4. günde Kuleli plajına pikniğe gittik. Plajın herkese hitap eden farklı farklı alanları var. Denize yakın olup rahat rahat yayılmak ,isteyenler için VIP localar, doğayla iç içe olmak isteyenler için sahilin gerisinde ağaçlar arasında localar, denizin dibinde localara yakın, şezlong alanı ve şezlongların hemen arkasında dans pisti ve tüm bunların ortasında da masalı piknik alanı var. Biz denizin dibinde olan bir locada oturduk ki Arya sudan hiç çıkmadan rahat rahat gözümüzün önünde oynayabildi. Öğle vakti de arkada gölgede mangallı mini bir piknik yaptık. Yüzmekten karnı acıkan Arya ne verdiysem yedi :D Tabi denizden ayrılma vakti gelince yine malum sinir krizi yapıştı Arya'ya ama yine babası halletti sorunu sağ olsun. 


Tatilin her saniyesi ayrı ayrı güzeldi, Arya'nın sinir krizlerini saymazsak tabi ki :) Ailecek arkadaşlarla gezmeli tozmalı tatil yapmak çoooook eğlenceliydi. Ama hiç zorlanmadık dersem yalan olur. Zor anlarımız oldu ama sağ olsun Evrim sakinliğini koruyarak bize çok yardımcı oldu. Arkadaşlarla tatil yapmanın güzel yanlarından biri de onlar Arya ile ilgilenirken Evrim'le birbirimize zaman ayırabilmemiz ve birlikte yüzebilmemizdi. Arya ile yüzen ve keyifle oyun oynayan, birlikte tatil yapabildiğimiz arkadaşlara sahip olduğum için kendimi şanslı hissediyorum.





23 Haziran 2016 Perşembe

3 Yaş ve Sorunsuz Tuvalet Eğitiminin Sırrı

Arya artık 3 yaşında :)

Arya 2 yaşına girdiğinden ve kakasını yaptığını söylemeye başladığından beri tuvalet eğitimi mevzu hep gündemimizdeydi ama ister üşengeçlik deyin ister hazır hissedememe deyin ben bir türlü mevzuya giriş yapamadım. Bir iki kez teşebbüs ettim ama devamını getiremedim vazgeçtim. Ama Arya kafamdaki 3 yaş sınırını aşınca kaçacak yer kalmadı.

Geçtiğimiz hafta sonu Arya'nın bezini çıkardık. Arya bu durumdan çok mutlu oldu. 15 dk.lık aralarla tuvalete gittik ve çoğunda tuvaletini yaptı. Sonra ben sormadan o söylesin diye bir süre bekledim. Ve beklenen oldu, Arya oyuna dalıp olduğu yerde çişini yaptı. Ama o kadar şaşırıp o kadar üzüldü ki "Annecim bir daha yapmıcam" diye diye ağladı. Gercekten de bir daha benzer bir kaza olmadı. Bundan önce bir kez de kaka kazası olmuştu. Gerçi o zaman altında bez vardı; anne kaka yapcam diyerek tuvalete gitmek istedi ama meğerse çoktan yapmış :)

Evde tuvalet eğitimi ile geçen hafta sonundan sonra Arya kreşe bezsiz gitti ve tüm günü kazasız atlattı. Tuvaleti geldiğinde öğretmenine "Öğretmenim benim çişim geldi" demiş :) Evde de söylüyor artık ben sormasam da. O zaman gelelim eğitimin püf noktasına!



Tuvalet eğitiminin en önemli püf noktası karşılıklı hazırbulunuşluk. Sadece annenin istemesi ya da çocuğun belirli işaretleri göstermesi yetmiyor. Eğer 2 taraf da hazırsa herşey tıkır tıkır işliyor. Öncelikle annenin psikolojik olarak kendini hazır hissetmesi ve 2-7 gün arası bir süreyi çeşitli kazaları temizlerken geçirmeyi göze alması gerekiyor. Tabi çocuğun verdiği hazırbulunuşluk sinyallerini de gözlemlemek gerek. İlk iki koşul sağlandıysa anne ve çocuğun evde olacağı bir haftasonu eğitime başlanmalı. Sabır tüm bu sürecin olmazsa olmazı. Ufak kazalar olabilir, büyük kazalar olabilir, inada bindirip çatlayana dek tuvaleti reddeden bir miniğiniz olabilir. Sabır ve sakinlik çok önemli ki ben de bir kez kaybettim sakinliği maalesef.

Tuvalet eğitimi her konuda olduğu gibi çocuktan çocuğa değişiklik gösterecektir tabi ki. O yüzden bu konuda yazılan çizilen kurallara birebir uymaya çalışmak sizi de çocuğunuzu da yıpratabilir. Tuvalet eğitiminin kesin bir zamanı ya da şekli yok bence. Mesela tuvalet eğitimine bir kez başlayınca bir daha hiç bez bağlamamak gerekli yani geceleri de bezsiz yatırmak gerekiyor düşüncesi herkes için uygun olmayabilir.

Gece uykusu çok derin olan ya da bir kez uyandı mı bir daha sabaha kadar uyumayan bir çocuğu tuvalet için gece uyandırmak hiç mantıklı değil. Bir de bu çocuk çok süt içiyorsa... Böyle durumlarda herkes kendine uygun çözümler üretebilir. Artık her yaş çocuk için gece kilodu denilen kilot şeklinde bezler bulunabiliyor. Yine yatmadan önce çocuğun tuvalete gitmesi ve giydirilen şeyin bez değil kilot olduğu vurgulanması gerekiyor tabi ki. Sabah da ilk iş yine tuvalete gidilmesi bu sürecin de hızlıca atlatılmasına yardımcı olacaktır.

Eğitimin karar vermesi zor olan basamaklarından biri oturak ve tuvalet adatörü arasında seçim yapmak. Ben ilerde bir de oturaktan tuvalete geçme aşamasıyla uğraşmak istemediğim için direk tuvalete alışmasını tercih ettim. Bence böylesi her açıdan daha kolay çünkü yeni nesil alengirli oturaklar tuvaletten çok oyuncağa benziyor ki bu durum tuvalete gitmekten çok oyuncaklar oynamak için bahane yaratmakla ve sizi uzun dakikalar boyunca oturagın yanına mahkum etmekle karşı karşıya bırakabilir. Ayrıca dışarı çıktığınızda oturak yanınızda değilse çocuğunuzu tuvalete götürmeniz bir işe yaramayabilir. Tabi yine de bu da kişisel bir karar.

Tuvalet eğitimi süresince kendi durumumuzu başkalarınınkiyle karşılaştırmamak çok önemli. O 3 günde öğrenmiş, bu 5 günde, bizim 7 oldu demek demoralize etmekten başka bir işe yaramayacaktır. Bunun yerine kazandığınız küçük zaferlerle motive olmaya çalışın. Bugün dünden daha az kaza yaşadık, yarın daha da azalacak diyerek devam etmek daha kolay.

Duruma çocuk açısından bakacak olursak bu süreci biraz eğlenceli hale getirmek gerektiğini anlarız. Yeni bir elbise, yeni iç çamaşırları ve başarılı geçen günün sonunda ufak teşekkür ve başarı hediyeleri işe yarayan yardımcılar. Mesela Arya en çok kakasını tuvalete yapma konusunda zorlandığı için biz bu durumu bir ödül anlaşması ile çözdük. Kazasız geçen 3 günün sonunda babası Arya'ya eğer kakasını tuvalete yaparsa çok sevdiği bonibonlardan alacağını söyledi ve görev tamamlandı :D Siz de aşırıya kaçmadan ufak oyuncak ya da sevdiği bir yiyecek ile ödüllendirme yapmayı deneyebilirsiniz. Ayrıca el yıkamayı ve sifona basmayı da eğlenceli hale getirebilirsiniz.

Sonuç olarak Arya'yla tuvalet eğitimi deneyimimize bakarak iyi ki 3 yaşa kadar bekledik diyorum. Daha önce ne ben ne de Arya tam hazır degilmişimiz ki ufak çaplı denemelerimiz hep kısa sürdü ve işe yaramadı. Tuvalet eğitimi için en doğru zaman sizin öyle hissettiğiniz zaman bence. Herkese şimdiden kolay gelsin :)


14 Mart 2016 Pazartesi

Olayların Gölgesinde 3 Yaşa Yaklaşırken... Arya'nın Büyüme Halleri

Ülkede artık her gün bir bomba patlıyor. İnsanlar sevdiklerini yitiriyor. Suçsuz, günahsız gençler, kendi halinde işinden evine dönen büyükler, tesadüfi o sırada olay mahallinden geçen insanlar durduk yere hayatını kaybediyor. Allah kimseyi yavrusundan, anasından babasından, sevdiğinden zamansız ve böylesine acı ölümlerle ayırmasın, tarifi mümkün olmayan acılar yaşatmasın. Tüm bu acılara tanık olurken aklımdan hep aynı şey geçiyor: Rabbim, evlatlarımızı koru, anasız babasız bırakma, bizi onlardan ayırma! Düşündükçe Arya'ya sımsıkı sarılmak ve hep öyle kalmak istiyorum. Arya'ya baktıkça ne olursa olsun zamanın hiç yavaşlamadan akmaya devam ettiğini ve acılar içimizi yaksa da bizim de akan zamana ayak uydurduğumuzu görüyorum.

Arya 33 aylık oldu. 3 yaşını doldurmasına sadece 3 ay kaldı! 

Bazen Arya'ya bakınca gördüklerime, duyduklarıma inanamıyorum. Karnımda hareketlerini hissettiğim ilk anı düşünüyorum, kucağıma aldığım ilk anı, ilk gülümsemesini, yürümesi, ilk kelimeleri... Bir de şimdiki haline bakıyorum, nasıl da değişti kuzucuk. Özellikle şu son 2 haftada konuşması inanılmaz gelişti. 2 hafta önce yarım yamalak konuşan, benim dışımda herkesin anlamakta zorlandığı bebek gitti, yerine "Annecim, su verir misin? Babacım, günaydın, kalkar mısın?, "Dedecim/Güloş ben de sizinle gelcem" diye patır patır konuşan bir çocuk geldi! 



Arya kreşe başladığında neredeyse hiç konuşamıyordu, sadece tek tük birkaç kelime söyleyebiliyordu. Şimdiyse, eve gelenleri kapıda karşılayıp "Hoş geldin babacım/annecim/dayıcım, merhaba, nasılsın?" diyor. Sonra da başlıyor bildiğin sohbet etmeye. Önceden dayısına sadece "Ka" (Kağan'ın Ka'sı) diyordu artık "dayıcım" diyor, bir şey isteyeceği zaman mutlaka rica cümlesi kuruyor: verir misin, gelir misin, açar mısın... Her şeyi soruyor: "Anne, mu(bu) ne? Anne, o ne?, Anne, bulutlar/güneş/yıldızlar nerde? Anne, yağmur mu yağıyor?"... Bazen bu sorulardan bunalsam da ah bir konuşsa diye hevesle beklediğimiz günleri hatırlayıp sabırla cevap vermeye çalışıyorum. Tabi bazen kaçıp saklanasım gelmiyor desem yalan olur. Ama içinden gelip de boynuma sarılıp "Seni çok seviyorum annecim" deyince ben eriyip bitiyorum.

Arya'nın mevcut gelişiminde kreşin etkisi göz ardı edilemez. Kreşte yaşıtları ile çeşitli etkinlikler yaparken, oyun oynarken, yemek yerken hem ince ve kaba motor gelişimi artıyor hem de sürekli iletişim halinde oldukları için kendini ifade becerisi gelişiyor. İlk zamanlarda kreşte ne yapıyor diye çok merak ediyor, endişeleniyordum ama zamanla Arya'nın mutlu olduğunu gördükçe duruma alıştım. Şimdilerde zaten Arya olanı biteni anlatıyor eve gelince. 

Kreşteki aktiviteleri, partileri, bahçede oynanan oyunları gördükçe benim bile çocuk olup kreşe gidesim geliyor. Bir gün kostüm partisi, bir gün yüz boyama; bir gün içeride trencilik, bir gün bahçede oynanan oyunlar; bir gün CD'den kurbağa yapmaca, bir gün kağıttan tavuk... Eğlencenin sonu gelmiyor. Arada sorunlar, eksiklikler, kafaya takılan sorular da oluyor ama Arya mutlu ve sağlıklı olduğu sürece her şey halloluyor.















Kreş dışında yaptıklarımıza gelirsek anne-kız çizgi film izlemeyi seviyoruz. Evet, biz çizgi film izliyoruz! Pepee ve Leiko'yu seviyoruz, ikisinden de bir sürü faydalı şey öğreniyor ve birlikte yapıyoruz. Birlikte Pepee şarkıları söyleyip dans ediyoruz; Pepee'nin kutu oyununu aldık, onu oynuyoruz. Birlikte puzzle yapmaya başladık, bebekken deneyip becerememiş ve çooook sıkılmıştık. Akşamları kreş dönüşü parka gidiyoruz, birlikte tahterevalliye ve kaydırağa biniyoruz ki kesinlikle herkese tavsiye ederim, çok eğlenceli. Eve gelince evcilik, boyama, sticker savaşı falan yapıyoruz. Allah'tan Arya 9,5 - 10 gibi uyuyor da ben de biraz dinleniyorum. Tabi eğer yapılması gereken ev işi ya da okul işi yoksa... Başta da dediğim gibi zaman çok acımasız, akıp gidiyor. İlerde bugünleri gülümseyerek anmak için güzel anılar biriktirmeye ve kayda geçirmeye çalışıyorum. Şimdilik bizden bu kadar, bir daha ne zaman fırsat bulurum bilemiyorum, malum çalışan anne olmak zor. 







20 Şubat 2016 Cumartesi

Neler Oluyor Hayatta...

Son günler, daha doğrusu son haftalar çok hareketli ve çok stresliydi. 

Sömestr tatilinin ilk haftası çok güzel geçti. Bol bol dinlendik, eğlendik, gezdik. 2. hafta ise kâbus gibiydi çünkü öğretmen atamaları için tercihler o günlerde yapıldı.

Geçen yaz sadece son 1 hafta çalışarak (kış aylarında bir heves epeyce matematik çalışmış ama sonra çalışmayı tümden bırakmıştım) girdiğim KPSS sonuçları ummadığımız kadar iyi geldi. Tercih yapsaydım sene başında atanmam mümkündü ama Kağan'ın üniversiteye hazırlanması, okuldaki son yılı olması ve yüksek ihtimalle Doğu'ya atanma olasılığım yüzünden tercih yapmadım ama Şubat atamalarında yeni düzenlemeler ve stajyerlik uygulaması getirilince tercih yaptım. Çok araştırdım, yazdım çizdim, tanıdıklar aracılığı ile birçok ilden birçok kişiyle konuştum. Uykusuz kaldım, defalarca tercih listesi oluşturup defalarca değiştirdim. Sonunda ilk sıralarda Artvin ve Zonguldak, sonra sırasıyla İstanbul, Hatay ve Antep işaretleyerek tercihlerimi onaylattım.

Oldukça zor geçen tercih sürecini, sonuçların açıklanmasını beklediğimiz günler takip etti. Bu esnada çalıştığım özel okul, atanırım diye yerime öğretmen aldığı için istifa etmem için üzerimde baskı oluşturmaya çalıştı. Atanmam kesinleşmeden istifa etmeyeceğimi söyledim ve derslere benim yerime yeni gelen öğretmenler girdiği halde okula gitmeye devam ettim. Neyse ki sonuçlar açıklanınca bu sorundan da kurtuldum. 2. tercihim olan Artvin Hopa Karadeniz Ortaokuluna atandım!

Evet, artık İstanbul'daki günlerimiz sınırlı. Mart itibari ile İstanbul'da bir okulda stajyer eğitimim başlayacak okullar kapanana dek devam edecek. Okullar kapandıktan sonra da Ağustos ortasına kadar eğitim seminerleri var. Ağustos sonu, Eylül başı Artvin'de olacağız ve ben 1 Eylül itibari ile Hopa'da öğretmenliğe başlayacağım.

Önümüzde yepyeni bir macera uzanıyor :) Uzun zamandır hayalini kurduğum, kalbimin en derininde hep arzuladığım yeni bir başlangıç fırsatı sonunda kapımıza gelip dayandı :) Ailecek çok heyecanlı ve istekliyiz. İstanbul'dan, trafikten, kalabalıktan, kargaşadan, beton yığınlarından, kirlilikten uzakta doğayla daha içiçe bir yerde yaşama fikri bile içimizi kıpır kıpır yapıyor. Hafta içi çalışsak da hafta sonları şehirden kaçabileceğimiz doğa harikası yerler var Artvin'de :) 






Hayatımızda yeni bir sayfa açacak olan bu macerada endişelendiğim birkaç konu var ki bunlardan ilki Arya'nın kreşe, öğretmenlerine ve arkadaşlarına olan sevgisi, düşkünlüğü :( İstanbul'dan ayrılmak sevdiklerimizden, tanıdıklarımızdan, alışkanlıklarımızdan da ayrılmak demek tabi ki. En yakınlarımız İstanbul'da... Gitmek artık bir zorunluluk olduğu için bu durumu mecbur kabulleneceğiz. Allah'tan artık her yere uçakla kısa sürede ulaşılıyor. Kreş ve Arya konusuna gelince tek umudum ve tesellim Arya'nın fazlasıyla sıcak kanlı ve sevecen bir çocuk olması. Gittiği yerde yabancılık çekmeyen, insanları tanıdığı an seven ve kolay kaynaşan bir yapısı var Arya'nın. Bu yüzden başlarda zorlansa bile bir süre sonra Artvin'e ve oradaki yeni hayatımıza da alışıp uyum sağlayacaktır minik kuzum inşallah.

Bakalım zaman neler gösterecek. Şimdilik, Ağustos'a kadar İstanbul'da kalan sayılı günlerimizi en iyi şekilde değerlendirip sevdiklerimizle bol bol vakit geçirmeyi planlıyoruz :)

Not: Arya'nın gelişimini, kreşten aldığı ilk karneyi, kreşimizin düzenlediği anne-çocuk kahvaltısını başka bir yazıda anlatsam daha iyi olacak sanırım :)

11 Ocak 2016 Pazartesi

Eş, Anne, Abla, Arkadaş, Öğretmen... Hepsi Bir Arada Olur Mu? - Keep Calm and Use the Force!

Yeni yıl telaşını atlattık. Yıl oldu 2016! 

Şöyle bir değerlendirme yapacak olursak;
  • 17 yıldır ablayım (Kardeşim 2 yıldır bizimle, yani son 2 yıldır tam zamanlı ablayım :)
  • 10 yıldır Evrim'le beraberiz,
  • 4 yıldır evliyiz,
  • 2,5 yıldır anne-babayız,
  • 5 aydır çalışan bir anneyim.
  • Arkadaşlık mevzuna girmiyorum bile :D
Hepsini bir arada yürütmek hiç kolay değil maalesef. Ama imkansız da değil :) Gelelim nasıl idare ettiğimize.

Her şeyden önce mükemmellik takıntısından vazgeçmek gerekiyor. Hepsi olacak, hepsi de dört dörtlük, mükemmel olacak diye inat etmeye kalkınca hiçbir şey olmuyor ya da her şeyde bir sorun çıkıyor. Ben eskiden de pek öyle mükemmeliyetçi biri değildim ama şimdikinden çok daha takıntılı olduğumu inkar edemem. Ama Arya'ya hamile kaldıktan sonra birçok şeyi olduğu kadarıyla kabullenmeye başladım. Özellikle işe başladıktan sonra değerlendirme kriterlerimi azalttım, beklentilerimi minimuma indirdim. Her şeye yetişmeye çalışmak yerine en önemlileri seçip gerisini akışına bırakmaya çalışıyorum artık. Nasıl mı? İşte şöyle :
  • Evde iş bölümü yaptık. Tüm işleri paylaşıyoruz. Kendim yapsam daha iyisini yaparım dediğim şeyler olmuyor mu? Oluyor tabi ki ama olsun. Her şeyi ben yaparım deyip kendimi paralamak yerine yapılanı kabul ediyorum.
  • Eskiden tencere ya da salata tabağı gibi şeyleri elde yıkıyordum. Artık elde bulaşık yıkamaya son verdim. Küçük büyük ayırt etmeden her şey bulaşık makinesine gidiyor.
  • Eskiden her şeyi kendim yıkayıp kendim ütülüyordum; şimdi kumaş pantolonları kuru temizlemeye, gömlekleri de ütü için terziye veriyorum (arada 1-2 tanesini ben ütülüyorum tabi ki :)
  • Camları her gün / her hafta değil; gerçekten ihtiyaç olduğunda siliyorum.
  • Zaman zaman Arya'yı babasına ya da dayısına bırakıp kendime nefes alıp tazelenecek zaman yaratıyorum.
  • Giyim tarzımı mümkün oldukça sadeleştirdim, giyeceklerimi geceden seçiyorum ki sabah zaman kaybetmeyelim. Aynı şey Arya için de geçerli; geceden tüm giysilerini ve kreş çantasını hazırlıyorum. 
  • Sabahları Arya uyanmadan evden çıkıyorum ki bu bana çok zaman kazandırıyor. Arya'yı kreşe genelde babası bırakıyor :)
  • Evde her gün 3 çeşit değil 1 çeşit yemek pişiyor, yanına da yoğurt ya da salata oluyor. Bazen o bile yok, dışarıdan söylüyoruz :)
  • Ertesi günün yemeğini akşamları Arya uyuduğunda hazırlıyorum. Hem Arya ayak altında dolaşıp sağı solu kurcalayıp beni oyalayamıyor hem de işten geldiğimde tek yapmam gereken yemeği ısıtmak oluyor.
  • Hafta sonları Arya öğle uykusundayken 2-3 günlük yemek hazırlayıp dolaba / buzluğa atıyorum ki hafta için aşırı yorgun olduğumda bir de yemek derdi çıkmasın.
Evet ben de yazarken fark ettim ki en büyük sorun yemek! Her ne kadar Evrim de ben de yemek konusuna takılmayıp ne bulsa yiyen insanlar olsak da evde biri bebek biri ergen iki çocuk olunca yemek hazırlamak mecburi oluyor maalesef :( Ama dediğim gibi her şey her zaman dört dörtlük olmak zorunda değil. Bir çorba bir salata ya da makarna ile de geçiştirdiğimiz akşamlar oluyor :)

Yukarıda yazdıklarım dışında ekstra zaman kazanmak için bıraktığım alışkanlıklarım da var.
  • Artık neredeyse hiç televizyon izlemiyorum. Evrim'le takip ettiğimiz dizileri gece Arya uyuduktan sonra netten izliyoruz. Her gece 1-2 bölüm dizi, haftada 1-2 film. Onun dışında ailecek izlediğimiz 1-2 şey var ama o da olmazsa olmaz değil. 
  • Eskisi kadar aktif blog yazmıyorum - yazamıyorum maalesef :( Artık ayda 1 yazı yazıp arada bir de takip ettiğim bloglara göz atıyorum.
  • Twitter'ı hiç kullanmıyorum. Facebook'a çok nadir gönderi yazıyor, önceden takip ettiğim birçok sayfayı artık takip etmiyorum. Instagram'a arada bir göz atıyorum. Pinterest mi? O da ne ola ki acaba?
Bir de takıntılı annelikten daha az evhamlı anneliğe geçiş sürecim var :)
  • Arya'nın önüne bırakıyorum yemekleri kendi döke saça yiyor çoğu zaman. Hiç bakmıyorum sırtımı dönüp diğer işlerle ilgileniyorum ki deliye dönmeyeyim. Arya doyunca bitirdim diyor ve kalkıyor masadan. Arkasında bıraktığı daha doğrusu sağa sola saçtığı yemek/ekmek/içecek artıklarını toplamak banma kalıyor tabi ki ama en azından yemek yedirme stresi yaşamamış oluyorum.
  • Eğer bu şekilde yemek yemiyorsa hiç zorlamıyorum; iyice acıkana kadar bekliyorum. Acıkınca süt istiyor ben de önce yemeğini yemesi gerektiğini ancak yatarken süt içebileceğini söylüyorum. Biraz zırlasa da sonunda razı olup yiyor yemeğini :D
  • Önceleri aman yere oturdu, ay soyundu, bak yine çorabını çıkardı diye sürekli peşinde dolanıyordum artık başka yöntemler kullanıyorum. Yere oturunca önce "Oturma annecim yere" diyorum o da benle inatlaşmak için "Oturcam" diyor. Ben bu kez "Tamam, otur oraya, sakın kalkma annecim" diyorum. Arya da hemen "Kalkcam" diyerek yerden kalkıyor :D Çorap giymek ya da yelek giymek istemeyince hiç zorlamıyorum kalkıp kendim yelek ya da çorap giyiyorum. O da peşimden gelip "Ben de giycem" diyor. Yazarken bile kıs kıs gülüyorum Arya'nın bu haline :D
Çalışan anne olmanın zorlukları ise apayrı bir mevzu. Yeterince ilgileniyor muyum, yetersiz miyim, birlikte geçirdiğimiz vakit Arya için yeterli mi gibi soruları mümkün oldukça düşünmemeye, yapamadıklarımızdan çok birlikte yapabildiklerimize yoğunlaşmaya çalışıyorum. 
  • Her fırsatta sarılıp koklaşıyoruz,
  • Hafta sonları yatakta sabah keyfi, yastık savaşı, gıdıklamaca oynuyoruz,
  • Akşamları yeni oyuncak mutfağımızda (Şehnaz ve Oky'nin hediyesi) evcilik oynuyoruz,
  • Uyumadan önce birlikte kitap okuyoruz ya da müzik dinleyip dans ediyoruz.
  • Birlikte Pepee izliyoruz ki tüm Pepee şarkılarını ezbere biliyorum :D
  • Kreş çıkışı haftada en az 2-3 kez parka gidiyoruz.
  • Hafta sonları yürüyüşe / alışverişe / parka gidiyoruz.
Tabi ki tüm bunlara rağmen cinnetin eşiğine geldiğim zamanlar oluyor. Avazım çıktığı kadar bağırmak istediğim, kapıyı vurup çıkmak, kaçıp gitmek istediğim anlar oluyor. Hatta bazen çocuğu Evrim'in kucağına atıp, kapıyı da çarpıp gidiyorum da ama en fazla köşedeki kafede Derya'yla bir kahve içip kuzu kuzu eve dönüyorum tabi ki :) Bazen de Arya uyuyana dek sabredip, onu dayısına emanet ediyoruz ve karı-koca şöyle bir hava almaya çıkıyoruz gece 10'dan sonra. 

Kısacası çocuklu hayat zor, hem eş, hem anne, hem ev hanımı, hem iş kadını olmak zor. Ama devam etmeye yetecek kadar dengeyi bulmak mümkün. Siz de en çok zorlandığınız alanları belirleyin ve yardım isteyin. Sizin yapacağınız gibi olmasa da, sizin istediğiniz gibi yapılmasa da gelen yardımı kabul edin ve kendinize nefes alacak alan yaratın. 

Umarım dengeyi bulursunuz :) 

May the force be with you :)